9 Mart 2016 Çarşamba

İşkembeci Panda Ankara'da

Selam, öncelikle hayırlı uğurlu olsun, rejime başladım. Biraz gerginim sadece dün sevgili doktorumdan azarı yeyince dedim böyle olmayacak efkarlı pandam sevdiceğimle birlikte başladık. O kadar çok sebze pişirdim ki ev şu an enginar yatağında bezelye aromalı ve pırasa esanslı kabak kokuyor. 

Şimdi rejim yapanlar bilir hani o göz dönme safhası vardır ya? İşte o anlar için evde hazır sebze yemeği olmak zorunda. Yemeğe 1 saat kala zaten kaplumbağanın mukusu gibi hissederken bir de o sinirle yemek hazırlayınca olmuyor. Her şey hazır olacak ki saldırma anının geçişi sakin yaşansın. 
Neyse ben geleyim günün konusuna... Evvel zaman içinde iki panda varmış. Biri ciddi anlamda manyakmış, sorunluymuş. Bu yazımda sizlere manyak pandanın (yani benim) Ankara macerasını anlatacağım. Senelerden 2010, aylardan ağustos, güzel bir yaz günü dünya kadınlar basketbol şampiyonası için Ankara'ya gitmek için yollara döküldük. Güzelce otelimize yerleştik. Sevdiceğim yoğun çalışmalarına başladığından ben de Ankara'yı keşfe çıktım. Çok sevdim, çok harika bir şehir bana göre. Hayran kaldım, düzenli, temiz.. Döndüğümde bütün ekip oteldeydi ve içlerinde bir abimiz vardı, onu görünce şok yaşadım çünkü yıllar yıllar önce iş yerinde iş ile ilgili çok ciddi tartışma yaşamıştım kendisiyle ve beni görünce onun da yüzü şaşkınlıkla kırmızılık arasında gidip geldi. Ama tabii benim erkek pandanın dişisi olduğumu öğrenince çok sevindi buzlar eridi hatta o kadar sevindi ki bana bütün şampiyona boyunca vip bilet aldı. Nasıl sevmeyeyim şimdi ben bu insanı:)

Akşam olduğunda bütün ekibin katılması gereken bir kokteyl vardı ama beni götürmediler. Boynu bükük, gözü yaşlı kalıverdim otelde. Bu panda ne yer ne içer kimin umurunda? Onlar orada götürecekler kanepeleri, koltukları diye düşünürken eşim aradı ve otelde istediğimi yiyebileceğimi söyledi. Bak dedim, pahallıdır buralarda dedim, emin misin dedim, iki kere dedim.. Eh benden günah gitti. İndim restorana, kuruldum sote bir yere keyfim gıcır.. Başlangıçlardan başladım menü de, ara sıcak, ara soğuk ana yemek, baba yemek derken işkembemi doldurdum. Ne yedim arkadaş anlatamam. Arkasından da odaya tatlı servisi istedim. Onu da yatarak yeyip tabakla birlikte sızdım. 
Baktım benimki takıl kafana göre dedi, kıyafetleri ütüye verdim, mini barı düzenli olarak her gün itinayla yedim. Paket paket fıstık yemekten isilik oldum. Gelen faturayı söylemeyeceğim. Mini bar ücretsiz de kuru temizleme ve restoran ve oda servisleri maşallah canına okumuşum. Otelin kaynaklarını kurutmuşum. Geğirene kadar yemişim.
Maç günü geldi çattı. Beni de götürdüler tabiiki vip biletim var benim. Onlar basın trübününe tırmanırken ben vip kapısından havalı havalı zenginim ben bee hey heyyt diye geçiyordum. (Halbuki bilet hediye heheh ama bilen yok hehe) Ortam süper. Herkesin elinde bayraklar, tezahüratlar harika. Hemen ortama ayak uydurdum ama daha ağır takılıyorum vipim ben. Maç süresince hani dev ekranlara izleyicilerden görüntüler verilir ya ara ara? Hah işte kah agzıma mısır dolduruken, kah esnerken, iki kere görüntüm verildi. Keşke o an ağzıma kaç mısır sığar denemeleri yapmasaydım. Neyse artık... 
Maç sonunda çorbacıya gittik. Malum güzel Ankara'nın işkembesi çok meşhur. Sanırım 10 kişi falandık ama bir ben işkembe içtim. Herkes çalışıyor ya, yayınlar, röportajlar vs. kimse kokmak istemedi sanırım ama benim öyle bir sorunum olmadığından böyle bol sarımsaklı, pul biberli, sirkeli işkembeyi tazecik ekmekle löp löp götürdüm. İkinci kaseyi de içtim. Herkes içse sorun değil de bir ben içince odak noktası oldum tabii. Nasıl kokmuşsam artık taksiyle otele dönerken şoför kafası dışarda kullandı arabayı. Herkes camları ardına kadar açtı. Ben de karanfil çiğniyorum. Fayda etmedi çok tuhaf hala şaşırırım neden.)
Acaba 4 çorba kaşığı sarımsak koyduğumdan olabilir mi?

Ertesi gün son maç artık döneceğiz memlekete. Eşim saç traşı olmak istedi yalvardım ben yapayım diye. Çok dikkatli olmamı söyledi zira beni çok ensesinde. Ben kırk yıllık berberler gibi ekipmanlarımı hazırlayıp koyuldum işe daha bismillah kestim bir yerini ama göremedim. Garibim avaz avaz nasıl kanıyor. Ha işte o benlerden birini kesmişim. Pinpirikliyimdir de hemen hastaneye gittik. Lazerle benleri yakıldı temizlendi. Sarıldı edildi çıktık hastaneden. Hala içim gider nasıl acıdı canı yavrum evlendiğimizde omuzunu çıkarmıştım bu da iki olmuştu. Allah beterinden saklasın. 
Ama bak kaç sene olmuş elime keskin bir şey vermez. Çünkü acayip sakarım. Düz yolda düşerim, bir de çalışırken paket servis salata isterdik iş yerine. Plastik çatal gönderirler ya. İşte ben öyle bir yerdim ki, o çatal hiç olduğu gibi kalamadı. Hep çatalın ucunu da yedim. Katır katır salatayla çiğnemişim. O kadar şuursuzum. 

Bir keresinde de lahmacun sipariş vermiştik. Bir ısırdım kemik varmış dişim kırıldı. Hemen aradık, şikayet ettik bir sürü tantana yaptım. Dişçi paramı ödeyeceksiniz ne pahallılar ben şimdi ne yapacağım diye özür dileyip 4 lahmacun daha gönderdiler. Onları da yemiştim. Yani evi süpürürken elektrik süpürgesinin kordonuna dolanıp düşen başka kimse var mıdır bilmiyorum. Ya da börek pişmiş mi deyip fırının kapağını açıp kafasını içeri sokup kirpiklerini yakan? 
Söz konusu ben olunca oluyor işte:)

Uzun lafın kısası rejimimiz bitip normal kilomuza ulaştığımız gün işkembe tenceresinde yıkanacağım. Şimdiden çok özledim. Diyet işkembe yok mudur? 
Size sonraki yazımda Antalya seyahatindeki kelle paça çorbası maceramı anlatayım. Kanatçıdan çıkıp kelle paça içmeye gidince bütün otoban boyunca kusmuştum. Ne pis boğazmışım ya. Iyyy yani artık sağlıklı besleniyorum. Bol sebze, no işkembe:( Bol ızgara, no kebap:( Bol su no gazlı içecek. 
Neyse ben akşamüstü öğünümü kaçırmayayım sonra akşam yemeğine masayı kemirmeyeyim. Görüşmek üzere pai. 

 Not: Ankara'yı neden çok sevdiğimi yıllar sonra daha iyi anlayacaktım çünkü hayatımıza harika dostlar kattı. 

Hiç yorum yok: